SiteAna Sayfa
Güllük Dergisi
Şairlerimiz
Arama
Üyeler
Video
Yardım
Giriş Yap
Kayıt Ol
Oturum Aç
Kullanıcı Adı:
Şifre:
Şifremi Hatırlat
Beni Hatırla
Your browser does not support the audio element.
Akdeniz Radyo istek
Tıklayın-Okuyun/Güllük Dergisi
Web'de Ara
Sitede Ara
0 Oy - 0 Yüzde
1
2
3
4
5
Konu Modu
Sulhiyelerin Başlangıç Şekli
Mustafa Ceylan
Site Yönetimi
Üyelik tarihi:
Nov 2008
Mesaj Sayısı:
2,007
Konu Sayısı:
1,502
#1
26/08/2013, 21:51
(Bu mesajı son düzenleyen: 26/08/2013, 21:57
Mustafa Ceylan
.)
A. Sulhiyyelerin Edebî Degeri:
Nâbî’nin ve Sâbit’in Sulhiyyeleri
Hem Nâbî’nin hem de Sâbit’in aynı antlasma üzerine; Karlofça Antlasması
üzerine siir kaleme almaları, bu gelenegin hızlı yayıldıgını ve antlasmanın
ehemmiyetini gösterir. Daha dogrusu, Karlofça’nın daha önce görülmemis tarzdan bir antlasma olması ve toplumun aydın kesiminden olan sairlerin bu gerçek karsısındaki duruslarının göstergesidir.
1. Sulhiyyelerin Baslangıç Sekli
Sulhiyyeler bir kaside örnegi olmakla birlikte, geleneksel kaside örneklerinin
dısında bir yapıya sahiptir. Kasidenin amacı genellikle aynıdır; kasideler bir kisiyi övmek ve genellikle bunun karsısında yardım istemek amaçlı yazılan siirlerdir :
Tam ve mükemmel bir kasîde üç esas kısmı ihtivâ etmelidir.
ilk önce nasip, yani asktan bahseden bir giris; [...] Bunu – ögmek istedigi
sahsın yanına gitmek için yaptıgı seyâhatin hikâyesi takip eder. [...]
Nihâyet siirin en belli-baslı kısmı gelir ki, bu da kasdedilen sahıs veya
kabîle için medhiyye veya hicviyeyi ihtivâ eder. [...] Bir kasîde sahıs
ve vak’alar hakkında verdigi mâlûmat bakımından, aynı zamanda
tarihî bir kaynaktır. (Krenkow 388)
Görüldügü gibi kaside nazım seklinin kendine özgü bir yapısı vardır. Oysa
Nâbî’nin ve Sâbit’in yazdıgı Sulhiyye örnekleri farklı sekilde baslar. Yani, kasidenin giris kısmı ve bunu takip eden ana konu olmamakla birlikte, dogrudan konuya girmesi bakımından dikkat çeker.
Li’llâhi’lhamd olup ma’reke-i ceng tamâm
Buldu ‘âlem yeniden sulh u salah ile nizâm (Nâbî 85)
(Allah’a sükür ki savas meydanı sona erdi. Dünya yeniden barıs ve huzurla düzen buldu.)
[...]
Sükr-i Bârî be fetvâ-yı imâm-ı slâm
Serbet-i sulh helâl oldu mey-i ceng harâm ( Sâbit. 284)
(Allah’a sükür ki slâm imâmının fetvasıyla savas sarabı haram olup ve barıs serbeti helal oldu.) Yani sarap savasla özdeslesir ve sehadet serbeti barıs serbetine dönüsür.
Sulhiyyelerin dogrudan konuya baslamasının yanında, konuya nasıl basladıgı da çok önemlidir. Zira her iki Sulhiyye örnegi de “hamd ve sükür” ile baslar. Bu unsur, yukarıdaki soruları cevaplamamıza ve degerlendirmelerimize yön kazandırma adına önemli bir ayrıntıdır. Nâbî’nin ve Sâbit’in kasidelerinin Amcazâde Hüseyin Pasa için kaleme alınmıs olması, bu sekilde baslaması için bir neden olmasa gerek.
Daha sonra da görecegimiz gibi, her iki sulhiyyenin de önemli bir kısmı Hüseyin Pasa’nın övgüsüne ayrılmıstır ve kendisi o dönemde küçümsenmeyecek kadar degeri ve icraâtları bulunun, saygın bir devlet adamıdır. O halde Sulhiyyelerin bu sekilde baslamasının baska sekilde de yorumlamak yerinde olur.
Karlofça antlasmasının kimler arasında ve ne zaman oldugunu daha önce
belirtmistik. Asıl önemli olan ise, bu antlasmaların sonucudur. Hiç süphesiz denebilir ki – tarih kaynakları da bunu gösteriyor – Osmanlı devleti için yararı olmamanın yanında, Osmanlı’nın büyük bir zararla ayrıldıgı antlasmalardır. Bu “acı gerçek” herkes tarafından bilinmekle birlikte, Sulhiyye’nin Allah’a hamd ile baslaması oldukça dikkat çekicidir.
Barıs yapıldıgı için sükreden ve siir yazan sairi ve siirini,
hiç süphesiz Walter G. Andrew’sin ifadesiyle “toplumun sarkısı” olarak görmek zorundayız. Çünkü bu “hamd” ifadesini iki sekilde degerlendirmek durumundayız; hem barıs saglandıgı için Allah’a karsı duyulan minnet, hem de düsmana verilen ve antlasmalar sonucu kaybedilen topraklar için yapılan “hamd”. Çünkü, Donalt Quataert’in ifadesiyle söylersek, basta Karlofça olmak üzere, “bir Osmanlı hükümdarı ilk kez yenildigini ve ataları tarafından fethedilmis toprakları (geçici olarak geri çekilme degil), ebediyen kaybettigini resmen kabul et[mistir]” (Quataert
75).
Dolayısıyla sadece devlet adamları tarafından degil, toplumun sesi olarak ya da dogrudan halkı temsil etmesi açısından sairin de bu kayıpları kabullenmesi söz konusudur. Hal böyle iken, bunu sadece huzurun saglandıgı için duyulan minnet olarak degil de, padisahın kaybetse de övgüye layık olması, bütün bunlara göz yummanın ve o kadar kayıp da olsa yapılan bir “sükür” olarak algılamak yanlıs olmasa gerek.
Birinci çesit minnet sekli, her mesakkatli seyin ardından, Allah’a karsı
duyulabilen bir tesekkür ifadesidir. Bizi asıl ilgilendiren ve alısılagelen minnet duygusunun sınırlarını zorlayan ve degistiren ikinci seklidir; kaybedilen topraklar karsısında duyulan minnet. Halk açısından barısın saglanması birkaç açıdan sevinilecek bir vakadır. Zira halk artık yıllar süren savas ve bununla birlikte gelen zorluklar karsısında yorgun düsmüs, adetâ “savas sarhosu” olmustur.
Bu durumdan “ayılmak”, kendine gelmek ve daha ferah bir ortamda yasamak için barıs antlasması onlar için can simididir. Öte yandan, orduyu olusturan askerin dinlenmesi ve savassız günler yasaması açısından da önemlidir. Amcazâdeye övgü yöneltilmesi ise teselli mükafatı olarak okunabilir.
Tarih kaynaklarına baktıgımız zaman ise, durumun hiç de böyle olmadıgını,
tarihi olayların edebî eserlere tam manasıyla yansımadıgını görürüz. Karlofça antlasması için degerlendirmelere bakacak olursak, bunun ne kadar dogru oldugunu görebiliriz.
Yılmaz Öztuna, hazırladıgı Osmanlı Devleti Tarihi adlı çalısmasında,
antlasmaya 3. Alman murahhası kimligiyle katılan Kont Marsigli’nin, Türklerin barısa yaklasımını anlatan ifadelerini “Türkler’le, kendilerine bir felâket ve bedbahtlık getirecek veyâ bir sehri terk ettirecek her hangi bir sulh muâhedesi akdetmek kadar müskil bir is tasavvur edilemez” (Öztuna 418) seklinde aktarıyor.
Kont Marsigli’nin Karlofça antlasmasını degerlendiren sözleri ise, “... Karlofça’da imzalanan muâhede ise, Türkler’in simdiye kadar imzaladıkları muâhedelerin en aleyhlerinde olanıydı” (418) seklindedir. Görüldügü gibi sadece Osmanlı yönetiminde veya üst makamlarda olanlar degil, bu antlasmadan kazançlı çıkan ve yıllardır korkulu rüya olarak Osmanlı ordusundan baska bir sey görmeyen düsman konumdaki yetkililer de, ortada Osmanlı için bir kaybın ve yenilginin oldugunu açıkça belirtir. Belki de, Kont Marsigli bu durum karsısındaki saskınlıgını ifade eder.
Çünkü, diger taraftan, daha önce de Türklerle degisik zaman diliminde ve degisik antlasmalar için bir araya gelmis olmalı ki, Osmanlı yöneticilerinin Karlofça öncesindeki tutumlarını da çok iyi bilir ve su sekilde anlatır:
Türkler için savasmak, sulh yapmaktan daha kolay ve hafif bir istir.
Sulh masasına oturdukları zaman, sonsuz münakasalara dalmakta ve
karsı tarafa her güçlügü çıkarmaktadırlar. Bir sınır kesilmesi, bir
sehrin teslimi, bir kalenin tahrîbi veyâ insâsı, muâhede metninde begenmedikleri bir kelime, sulh masasında bahis mevzu edilince, akla
gelen ve gelmeyen bütün kurnazlık ve hileleri yaparlar. Âdetâ, sulhu
kabûl etmemek ve yeniden savas çıkarmak için bahâne ararlar. ( 418)
Burada anlatılanlara baktıgımız zaman Karlofça antlasmasının büyük bir
kırılma noktası oldugunu görürüz. Sadece ordu olarak gözden düsme degil, devletler muvazenesindeki rolü bakımından da büyük bir sarsıntı geçiren Osmanlı devleti ile karsı karsıyayız.
Belki de Karlofça antlasması, tarihçilerin “çözülme devri” diye
ifade ettikleri dönemin baslangıcıdır. Burada Hami Danısmend’e katılmak daha dogru olur, çünkü o bu durumu bir “fâcia” olarak degerlendirir ve “Asıl fâcia, bunların Sofya’dan hareketlerinden evvel bu senenin 22 Temmuz günü ‘Sulh esası=base de la paix’ olmak üzere en son harb vaziyetini kabul ettiklerine ait bir beyannâme imzâ etmis olmalarıdır” (Danısmend 483) der.
Bu ifadeden de anlasılacagı üzere, barıs için hiç bir sekilde taviz vermeyen, muahede masasına oturmamak için her türlü “bahane”yi deneyen Osmanlı bürokratlarının ve devlet erkanının durumu pek iç açıcı degildir. Zira, antlasma için daha bir araya gelinmeden, herseye razı olduklarını gösteren bu beyannâme de, onların durumunu gözler önüne sermek için yeterlidir.
Danısmend’in dedigi gibi “Bu vaziyete göre,
Osmanlı murahhasları için müzâkere esnâsında yapılacak mühim bir is kalmamıstır”
(483), çünkü imzaladıkları beyannâme geregi “Osmanlı devleti daha müzakereye girismeden evvel Avusturya isgalindeki Macaristan ve Erdel ülkeleriyle Venedik isgalindeki Dalmaçya ve Mora kıtalarından bir kalemde vazgeçmis demektir!” (483).
Bu durum, barısın aslında ne kadar istendigini gösteren bir vakadır. Daha
müzakereye girismeden ve görüsmeler yapılmadan “toprak” gibi bir degerin kaybına göz yumulması, üstelik fazladan bir çaba harcamadan en kolay yolla bunun gerçeklestirilmesi, üzerinde durulması gereken bir konudur.
Karlofça, sadece toprak kaybı ile ifade edilecek bir antlasma degildir.
Toprakla birlikte, sahip oldugu toprakların azametince degerin ve gücün yitirilmesi de söz konusudur. Dünyanın degisen ölçüleri karsısında sadece ordunun gücü ve kuvvetiyle durulamazdı. Zira, Hami Danısmend de bu antlasmayı degerlendirirken, “iste bütün bunlardan dolayı, kat’i bir mecburiyet olmadan akdedilen bu ugursuz sulh, Osmanlı imparatorlugunun parçalanmaya baslaması ve Avrupa Hristiyanlıgına karsı Türk azamet ve heybetinin artık tavsaması demektir” (Danısmend 485)
ifadesini kullanır.
Çünkü antlasmadan kazançlı çıkan diger devletler, Osmanlı’nın bu
kaybı karsısında hemen harekete geçerler ve durumdan daha da iyi yararlanmanın yollarını aramaya baslarlar. Nitekim, İsmail Hakkı Uzunçarsılı’nın anlattıgı gibi:
Rus Çarı Kazakların kendisine iltihakı ve Karlofça muahedesiyle
Azak Kalesini ele geçirmesi neticesinde hududunu Kırım hanlıgı ve
Osmanlı hudutlarına dayadıktan sonra Ruslarla aynı Mezhepte
(Ortodoks) olan Osmanlı memleketlerindeki Bogdan, Eflâk, Sırbistan
ve daha sonra Karadag Hıristiyanlarını metbuları aleyhine isyana
hazırlamakta idi” (Uzunçarsılı 70).
Amacı ise, “Osmanlı devleti ile harp ettigi sırada Türkleri içeride mesgul ederek bu sayede vaziyetten genis mikyasta istifade etmekti[r]” ( 70). Buradan yola çıkarak,
Osmanlı’nın sadece toprak ve “otorite” kaybının ötesinde, daha da vahim bir sonuç aldıgını çıkarsayabiliriz: yani, Osmanlı devleti artık devlet iliskileri baglamında diger devletlere baglı olacaktır ve ihtiyatlı olmak zorundadır. Hammer’in Osmanlı Devleti Tarihi kitabında belirttigi gibi, “Demek ki, Karlofça andlasmasından itibaren
Osmanlı politikası, Hristiyan devletlerinkine çok sıkı bir sekilde baglanmıs[tır]” (Hammer 14).
Aynı durum Pasarofça Antlasması için de geçerlidir. Burada da toprak kaybı
ile birlikte, Osmanlının ne derece deger kaybettigini gözlemleyebiliriz. Aradan geçen 19 yıl zarfında, durumun hangi yönde degistigini izlemek mümkündür. Bunu çok açık bir sekilde İsmail Hakkı Uzunçarsılı’nın, “Fransa elçisi ile Rakoçi Ference’in ve İspanya mûtemidinin sulhe mani olmak için sarfettikleri gayretlere ragmen padisah ile sadaret kaymakamı damad Nevsehirli brahim Pasa’nın siddetli barıs arzuları üzerine 1 Subat 1718’de bir mütareke aktedildi” (Uzunçarsılı 141) sözlerinden anlamak mümkündür.
Damat İbrahim Pasa da, “kayınpederi pâdisah gibi sulh tarafdârı idi. Böyle bir ordu ile savasılamayacagı kanaatini paylasıyorlardı. Orduyu
yeni teknik sınıflarla gelistirmek gerekiyordu. Bunun için devletin uzun bir sulh dönemine ihtiyaç ” (Öztuna 432) oldugunun bilincinde oldugu için, barısı saglamakta ısrarlarını sürdürür. Sonuç olarak “İbrahim Pasa’nın sadaretinden 2 ay 12 gün sonra, Almanya ve Venedik’le Pasarofça Muâhedesi imzalan[ır]” (432).
Antlasmanın tanımı ise, Öztuna’nın ifade ettigi gibi, “Karlofça’dan sonra Osmanlı’nın imzâ koydugu fecî bir anlasmadır” (432).
Dolayısıyla, yine aynı tablo ile karsı karsıyayız, muahedenin bir harfini
begenmeyip masadan kalkan Osmanlı’nın yerine, müttefiklerinin barısa mani olmak istemelerine ragmen antlasma için direnen bir “yenilmez” devlet. Hammer bu durumu anlatırken, “Bu barıs anlasması, Avusturya’nın Osmanlı mparatorlugu ile yapmıs oldugu anlasmaların itirazsız en fazla üstünlük ve çıkar saglayanı idi:
Belgrad’ı, Cerigo limanını, Semendra, Prevesa ve Dalmaçya hisârlarını, Eflak ve
Sırbıstan’ın bir kısmını, Vinoza’yı aldı, Mora’nın kaybı ise bunları telafi edemezdi”
(Hammer 223) seklinde yorumlar. Osmanlının “yenilmez” sıfatının yanında, “barıs
için adeta can atan” kimligiyle karsımıza çıkması, çözülmenin hızla devam ettiginin
göstergesidir. Çünkü, Danısmend’in deyisiyle, “Osmanlı ordusu harbedemeyecek
47
kadar bozulmus oldugu için, böyle bir sulhün akdi mühim bir zaruret ve hatta siyasî
bir muvaffakiyet sayılabilir” ( Danısmend 12).
Antlasmanın sonucunu ve aslını siyasi bir basarı olarak degerlendirmek,
yenilgiyi kabullenmekle birlikte, toprak kaybedilse de, en azından siyasi de olsa bir
“basarının karsısında sevinen bir Osmanlı kimligini görürüz”. Tarih kaynaklarında
Osmanlı Devletinin karsısında olan müttefiklerin durumu ve kazandıkları
basarılardır. Duruma bu cepheden de bakmamız gerekir, çünkü onların gözündeki
Osmanlı portresi ve imajı bizim için önemlidir. Hammer, müttefikler açısından
durum tespitini su sekilde yapar:
Sardunya’yı istilâ etmis olan spanyollara karsı harakete geçmek üzere
Türklere muhâsamâta acele son vermek zorunda olan mparator,
belirtmek gerekir ki, Pasarofça anlasmasını, müttefikinden çok kendi
çıkarlarını gözönünde tutarak imzaladı. Ne olursa olsun, bu parlak
savas ve onu takip eden saygıdeger barıs, tarihin zenginliklerine,
Prens Eugene’in sahsında birlestirmegi bildigi savas adamı ve devlet
adamı serefine dikilmis çifte bir anıt olarak dikildi. (Hammer 223)
Bütün bunları göz önünde tutarak, Nâbî ve Sâbit’in sulhiyyelerine geri
dönersek, kasidenin bu sekilde baslanmasını daha iyi yorumlayabiliriz. Zira Nâbî:
Li’llâhi’lhamd olup ma’reke-i ceng tamâm
Buldu ‘âlem yeniden sulh u salah ile nizâm (Nâbî 85)
(Allah’a sükür ki savas meydanı sona erdi. Dünya yeniden barıs ve huzurla
düzen buldu.)
derken, halkın rahata kavusması yanında, buraya kadar tarih kitaplarındaki her iki
antlasmanın tüm olumsuzluklarına ragmen, Allah’a minnet duymaktadır. Nâbî’nin
devletin kaybettigi degeri ve toprakları bilmiyor olmasını düsünemeyiz. Zira, sarayla ve çevresiyle oldukça yakın bir iliskisi bulunan bir sairdir ve bütün olup bitenlerden,
gelismelerden haberdardır. O halde, hem halktan hem de saray çevresinden biri
olarak sairin kasideye “hamd” ile baslaması, Osmanlı otoritesinin degerini gösterir.
Burada önemli bir tespit karsımıza çıkar, tarih kaynaklarının pismanlık duygusu için
de anlattıgı, “facia” diye nitelendirdigi bu antlasmalar, edebi metinlerde karsımıza
farklı bir sekilde çıkar. Ali Fuat Bilkan’ın Osmanlı Siirine Modern Yaklasımlar adlı
çalısmasında dedigi gibi, “kayıplarla neticelenen bir anlasmanın ve barısın ‘sükürle
karsılanması’ bile bir anlamda yeni bir anlayıs ve yeni bir dünya görüsünü temsil
etmektedir” (Bilkan 80). Bunu Nâbî’nin Sulhiyyesinin baslangıç beytinin ikinci
mısrasında da görmek mümkündür. “Buldu ‘âlem yeniden sulh u salah ile nizâm”;
alem bu barıs ve huzurla düzene kavusur. En azından aleyhte olan düsüs karsısında,
bir anlık olsa da bir duraksama, derin nefes alma zamanı dogdugu için duyulan bir
sevinci görmek mümkündür. Ya da Sâbit’in sulhiyyesinin ilk beyitindeki “Sükr-i
Bârî be fetvâ-yı imâm-ı slâm” degerlendirmesi de, aynı baglamda düsünülebilir.
Fetvâ ki, bu konuda yetkin olan kisi tarafından verilebilecek en yetkili izindir. slam
imamının izin verdigi sey barıs serbetidir ve savas sarabını da yasaklar. Antlasmalar
sonucu ya da daha antlasma masasına oturmadan bir imza ile elden ve gözden
çıkarılan topraklar, bunun yanında savaslarıyla ve üstün otoritesiyle dünyaya velvele
salan Osmanlı’nın düsman karsısında geldigi son durum düsünülürse, barısın serbeti
o kadar da “tatlı” olmasa gerek!
------DEVAMI VAR-----------
-------------------------
a.g.e
Alıntı
Tweet
Lütfen seçim yapın:
--------------------
Özel Mesajlar
Kullanıcı paneli
Kimler Çevrim içi
Arama
Ana Sayfa
GÜLCE EDEBİYAT AKIMI
-- GÜLCE ŞİİR TÜRLERİNE GÖRE ŞİİRLER
---- BULUŞMA
---- ÇAPRAZLAMA
---- TRİYOLEMSİ
---- ÜÇGÜL
---- ÜÇGEN
---- DÖNENCE
---- TOKMAK
---- AKROSTİK
---- SONE'M
---- GÜLCE
---- TEKİL
---- YİĞİTCE
---- YUNUSCA
---- BAHÇE
---- SERBEST ZİNCİR
---- ÖZGE
---- GÜLİSTAN
---- YEDİVEREN
---- TUĞRA
-- GÜLCE YAZAN ŞAİRLERİMİZİN GÜLCE ve DİĞER ŞİİRLER
---- (H)
------ Harun YİĞİT
------ Harun YİĞİT
------ Hasan ULUSOY
------ Hasan ULUSOY
------ Hatice ALTAŞ(Asi Çiçek)
------ Hatice ALTAŞ
------ Hacer KOZAN
------ Hatice KATRAN
------ Hatice KATRAN
------ Hikmet ÇİFTÇİ
------ Hülya EKMEKÇİ
------ Hülya EKMEKÇİ
---- (I-İ)
------ İbrahim COŞAR
------ İbrahim COŞAR
------ İbrahim İMER
------ İbrahim İMER
------ İbrahim ETEM EKİNCİ
------ İbrahim ETEM EKİNCİ
------ İhsan ERTEM
------ İhsan ERTEM
------ İsmail KARA(Karozan)
------ İsmail KARA(Karozan)
---- (K)
------ Köksal KIRLIOĞLU
---- (M)
------ Mahir BAŞPINAR
------ Mahir BAŞPINAR
------ Mehmet NACAR
------ Mehmet NACAR
------ Mehmet ALUÇ
------ Mehmet ALUÇ
------ Mehmet ALUÇ
------ Mehmet ÖZDEMİR
------ Mehmet ÖZDEMİR
------ Meltem ARAS
------ Meral ADAK
------ Meral ADAK
------ Melahat TEMUR
------ Mevlüde DEMİR
------ Mevlüde DEMİR
------ Miktad BAL
------ Miktad BAL
------ Mübeccel Zeynep ÜNALAN
------ Mübeccel Zeynep ÜNALAN
------ Muhammed İsa ÖZTÜRK
------ Muhammed İsa ÖZTÜRK
------ Mehmet Ziya DİNÇ
------ Mehmet Ziya DİNÇ
------ Mustafa CEYLAN
------ Mustafa CEYLAN
------ Mustafa CEYLAN
------ MUSTAFA CEYLAN(Editör)
-------- Mustafa CEYLAN
---------- Mustafa CEYLAN(On Punto Yazıları)(Makaleler)
---------- GÜNE BAKIŞ
---------- TAŞ YAĞMURU(Ceylan'ın kaleminden)
---------- Hakkında Yazılanlar
---------- DİĞER ŞİİRLERİ
---------- Hayatı
---------- Sanatı
---------- Hocaları
---------- Çocukluğu
---------- Gençliği
---------- Özlü Sözleri
---------- Önsöz Yazdığı Kitaplar
---------- Siyasete İlgisi
---------- Bestelenen Şiirleri
---------- Fotoğrafları
---------- Mühendisliği
---------- Düzenlediği Etkinlikler
---------- Konferansları
---------- Yer Aldığı Antolojiler
---------- Kitapları
---------- EZAN SUSMAZ Kitabı içindekiler
---------- "YANDI BU GÖNLÜM"-Hacı Bayram Veli Kitabı içindekiler
---------- TAHİR KUTSİ MAKAL Kitabı İçindekiler
---------- SEĞMEN RUHU Kitabı İçindekiler
---------- TOROSLARIN TÜRKÜSÜ Romanı
---------- Armağan-2(AHMET TUFAN ŞENTÜRK İÇİN NE DEDİLER?)Kitabı içindekiler
---------- Armağan-1(ANILAR KORİDORU İÇİNDE SARIVELİLER)Kitabı
---------- YARALI CEYLAN Şiir Kitabı İçindekiler
---------- PAŞA GÖNLÜM Şiir Kitabı İçindekiler
---------- Kırat Geliyor Kitabı İçindekiler
---------- Her Yönüyle YENİMAHALLE Kitabı
---------- Tarihi ve Folkloruyla Elmadağ Kitabı İçindekiler
---------- Köylerimiz Kitabı İçindekiler
---------- Köyümüz Yeşildere Kitabı İçindekiler
---------- Bayramlar Haftalar Günler Kitabı
---------- Ahmet Tufan Şentürk Kitabı
---------- Halil Soyuer Kitabı
---------- Detanlaşan Köylü İsa Kayacan Kitabı
---------- Abdullah Satoğlu Kitabı
---------- Güzide Taranoğlu Kitabı
---------- Gülendenin Beşiği Kitabı
---------- GÜLLÜK ANTOLOJİ (2006)Kitabı
---------- GÜLLÜK ANTOLOJİ(2007)Kitabı
---------- CEYLAN-Tahliller-MAKALELER-Görüşler
---------- Güllük Dergileri
---------- Kapodokya Güneşleri Kitabı
---------- Bir Yanardağ Fışkırması Kitabı
---- (P-R)
------ Rahime KAYA
------ Rahime KAYA
------ Refika DOĞAN
------ Refika DOĞAN
------ Ramazan EFE
------ Ramazan EFE
------ Rengin ALACAATLI
---- (S-Ş)
------ Sabiha SERİN
------ Sabiha SERİN
------ Serap HOCA(Serap ÖZALTUN)
------ Serap HOCA(Serap DEMİRTÜRK)
------ Süleyman KARACABEY
------ Süleyman KARACABEY
------ Serdar AKKOÇ
------ Serdar AKKOÇ
------ Sevgili ÖZBEK
------ Sevgili ÖZBEK
------ Şemsettin DERVİŞOĞLU
------ Şemsettin DERVİŞOĞLU
------ Şükran GÜNAY
------ Şükran GÜNAY
---- (T-U-Ü-V)
------ Turan UFUKTAN
------ Ümran TOKMAK
------ Ümran TOKMAK
---- (Y-Z)
------ Yusuf BOZAN
------ Yüksel ERENTÜRK
------ Yusuf BOZAN
------ Yüksel ERENTÜRK
------ Yusuf Ziya KARAHASANOĞLU
------ Zübeyde GÖKBULUT
------ Zübeyde GÖKBULUT
------ Yıldız TOKSÖZ
------ Yıldız TOKSÖZ
GÜLCE'YE DAİR
-- GÖRÜŞLER
---- Gülce Nedir?
---- Gülce ve Ozanlık
---- Gülce Manifestosu
---- 5 Hececiler ve Gülce
---- Garip Akımı ve Gülce
---- Fecr-i Ati ve Gülce
---- Hisarcılar ve Gülce
---- Neyzen Tevfik, Aşk
---- Mazmunlar
---- Gülce Ne Değildir?
---- Hece Vezni ve Gülce
---- Serbest Şiir ve Gülce
---- Aruz Vezni ve Gülce
---- Gülce ve Zolal
---- Gülce Tarihinden
---- GÜLCE-(Atölye)-Video Dersler
------ Gülce Etkinlikleri
------ Kurucular Beyanı
------ Gülce 2009
------ Doğru Yaz/Konuş
------ Gülce-2010 Projeleri
------ Gülce-2011 Projeleri
------ Üstad Necip Fazıl'dan
------ Gülce-Aruza Dair
------ Öneriler-Çalışmalar
------ GÜLLÜK DERGİSİ
------ Gülce'ye Öneriler
------ Röportajlar
------ Negatif Bakışlara
------ Aleyhimizdekiler
------ M.E.B' na
---- Gülce'de Mesajlar-Projeler
------ Gülce-Güldeste(1)
------ Destanlarımız
------ Dede Korkut
------ Öncü Kadınlarımız
------ Peygamberlerimiz
------ Nutuk(Gülce)
------ Nutuk(Z.Korkmaz)
------ Kutlu Hanımlar
------ Ozanlarımız
------ NasrettinHoca
------ Yedi Askı
GÜLCE TÜRK ŞİİR AKADEMİSİ
-- Şiir Akademisi
---- Şiir Akademisi
------ HALK EDEBİYATI
-------- DİVAN EDEBİYATI
-------- BATI EDEBİYATI
-------- YENİ TÜRK EDEBİYATI
---- Hece Vezni' ne Dair
---- Şiir Tahlilleri
---- Aruz Vezni' ne Dair
---- Hiciv Tarihinden
---- Ustalardan Şiirler
---- Ustalardan Makale
---- Aramızdan Ayrılanlar
------ Ustalardan Şiirler
-------- A. Tufan ŞENTÜRK
-------- DİLAVER CEBECİ ANISINA
---- Şiir Üstüne (Serbest)
---- Atışma Sayfamız
---- Denemeler-Makaleler
---- Şiirde Dönüşüm
---- Şiir ve Anlatım
-- Türk Edebiyatı Şiir Türleri
---- Şiir Türleri
---- İslâmiyet Öncesi
---- Servet-i Fünun
---- Garip Şiirler
---- Akımlar
---- Edebî Sanatlar
---- Söz Sanatları
---- Şair Padişahlar
---- Şiir Tarihimizden
---- Yıllara Göre Edebiyat
---- Mehmet Nacar
DÜNYA EDEBİYATI
-- Dünyadan Şiir Türleri
---- Burns Stanza
---- Choka
---- Go Vat
---- Catena Rondo
---- Onegin Stanza
---- Canzonetta
---- Bauk Than
---- Rhupunt-Galce
---- Septilla
---- Viator
---- Luc Bat
---- Tritena
---- Pantoum
---- Shakespeare Sonnet
---- Diamonte
---- Villanelle
---- Hutain
---- Hex Sonnata
---- Hexaduad
---- Haynaku
---- Harrisham Rhyme
---- Guzzande
---- Gratitude
---- Glosa
---- Garland Cinquain
---- Fornlorn Suicide
---- DÜNYA EDEBİYATI
---- Dünyadan Destanlar
---- Dünyadan Şiirler
KAYNAKÇA
-- Konularına Göre Şiirleriniz
---- Aşk Şiirleriniz
---- Atatürk Şiirleriniz
------ 23 Nisan Şiirleri
------ Atatürk'e Dair
---- Kahramanlık Şiirleriniz
---- Doğa Şiirleriniz
------ 2009 Yılı Sayılarımıza
---- Taşlama Şiirleriniz
---- Gurbet Şiirleriniz
---- Tasavvuf Şiirleriniz
---- Barış Şiirleriniz
---- Şehir Şiirleriniz
---- Anne Şiirleriniz
------ Babanıza Şiirler
---- Doğum Günü Şiirleriniz
---- Deprem Konulu Şiirler
---- Diğer Şiirleriniz
---- Köşe Yazarlarımız/Makaleler
------ Mustafa CEYLAN
------ Refika DOĞAN
------ Osman ÖCAL
------ Ahmet ÖZDEMİR
------ A. S. ATASAYAR
------ Prof.Dr.İsa KAYACAN
-------- Prof. Dr. İSA KAYACAN
------ Rahime KAYA
------ Harun YİĞİT
------ İlqar MÜEZZİNZADE
------ Sündüz BİGA
------ Nazmi Öner(Şiirler)
------ Nazmi ÖNER(Nesirler)
------ Coşkun KARABULUT
------ Prof.Dr.İsmail YAKIT
------ Prof.Dr.Asım YAPICI
------ Sabit İNCE
------ Muhsin DURUCAN
------ Abdulkadir GÜLER
------ Ünal Şöhret DİRLİK
------ Metanet YAZICI
------ A.Aşkım KARAGÖZ
------ Gazanfer ERYÜKSEL
------ Mehmet GÖZÜKARA
------ Necdet BULUZ
------ Yusuf Özcan
------ Afife Demirtaş
---- Mustafa Ceylan
---- Bizden
-- Video Yağmuru
---- Ozanlar-Şairler
---- Bizden Videolar
---- Rasim Köroğlu
-- Genel
---- SERBEST KÜRSÜ
---- Duyurular
---- Röportajlar
---- Günün Şiiri
---- Günün Nesiri
Edebiyat Biz Platformumuzda
-- Gülce Tv
-- Türk Argo Sözlüğü
-- Edebî Konular Forumu
Konuyu görüntüleyenler:
1 Misafir
Mustafa Ceylan |
Dost Sitelerimiz:
Türkçe Çeviri:
MyBB
Türkiye
Üretici:
MyBB
, © 2002-2024
MyBB Group
-Theme © 2014 iAndrew
Sitemizde yer alan eserlerin telif hakları şair-yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır. Kaynak gösterilmek suretiyle alıntı yapılabilir.(Haberleşme : ceylanmustafa_07@hotmail.com)
Doğrusal Görünüm
Konu Görünümü
Yazdırılabilir Sürüm
Konuya Abone Ol
Konuya Anket ekle
Konuyu Arkadaşına Gönder